18 Mart 2014 Salı

Beyaz Gemi Roman Tahlili




ESERİN BİÇİMİ İLE İLGİLİ BİLGİLER

Eserin adı: Beyaz Gemi
Yazarın adı: Cengiz Aytmatov
Çevirmenin adı: Refik Özdek
Yayınevi: Ötüken
Yayım yılı ve sayfa sayısı: 1991 / 174

ROMANIN ÖZETİ

                San-Taş vadisindeki üç hanelik yerleşim yerinde çocuk, dede ve ninesiyle birlikte bir haneyi temsil ediyordu. Diğer hanelerde ise Seydahmet ve karısı Gülcemal ile kızı, son hanede ise oranın şefi olan Orozkul enişte ile çocuğun teyzesi yaşıyorlardı. Orozkul enişte ve Bekey Teyzenin çocukları olmuyordu, bundan dolayı Orozkul enişte çok aksiydi. Şartların imkansızlığından ötürü kayalarla ve dürbünüyle arkadaşlık eden çocuk her zamanki gibi yörede vakit geçirirken; arada bir bu küçük yerleşim yerine de uğrayan ve maşin-mağaza denilen gezgin satıcının arabası ile geldiğini farkeder. Zaten monoton bir hayatı olan çocuk için bunun gibi değişiklikler ciddiyet arzettiği için hızlıca köye haber vermeye koşar. Köyün kadınları içinde güzel bir değişiklik olduğundan dolayı mağazaya koşarlar ancak satıcının "üç kuruşluk" dediği alışverişten başka doğru düzgün bir şey almazlar. Satıcı oflayarak toparlanırken çocuğun dedesi olan Kıvrak Mümin gelir. Satıcının ısrarı ve dedenin iyiniyeti sonucu Mümin dede torunu bir mevsim sonra okula başlayacağı için ona bir çanta alır. Çocuk çok sevinir ve köydeki herkese teker teker çantasını göstererek övünür. Çocuk çok değer verdiği yeni arkadaşını Tank, Ihlamış deve, Kurt ve Eyer adını verdiği kaya-arkadaşlarla tanıştırır ve diğer bir arkadaşı olan dürbünü yanına alarak civardaki tepeye çıkar.

                Tepeden bu dürbünle heryer görünür. Köyün yakınından geçen çay, dedenin çocuğa yaptığı küçük gölet, uzaktaki okul, uçsuz bucaksız Isık-Göl ve ormanlar...Çocuk bunları izlemekten çok zevk alır bir yandan da dürbünle konuşurdu. Ama çocuğun esas izlemek istediği başka bir şey vardı. Beyaz Gemi. Isık-Göl'de arada bir gözüken, nerden gelip nereye gittiği bilinmeyen bu gemiyi beklerdi çocuk hep. Çünkü babasının o gemide olduğunu düşünüyordu. Geçmiş bir günde dedesinin anlattığına göre babası çocuğu ve annesini bırakıp gemicilik yapmaya gitmiş, şimdi başka karısı ve çocukları varmış. Anne ise baba gittikten sonra çocuğu dedeye terketmiş. O da şehirde başka biriyle evlenip çocuk sahibi olmuş. Bir daha da çocuğu görmeye gelmemişler. Çocuk beyaz gemiyi izlerken hayaller kuruyordu. Bir balık-adam olduğunu, çaydan yüzüp Isık-Göl'de beyaz gemiye ulaştığını, babasına kendini gösterdiğini ve ona sarıldığını düşlüyordu. Ve balık-adam olmak onun için uzak bir hayal değildi. Bir gün yapacaktı bunu. Babasına ulaştığında ona buradaki hayatını anlatacaktı. Dedesinin ne kadar iyiniyetli ve saf bir insan olduğunu, ona nasıl kötü davrandıklarını, ninesinin kendisine nasıl sanki bir yabancıymış gibi davrandığını, Orozkul enişteyi ve eniştesinin her sarhoş olduğunda kısırlıkla suçlayarak Bekey Teyzeyi dövüşünü, okula başlayacağını herşeyi anlatacaktı. Peki sonra? Sonrasını bilmiyordu. Hayallerden uyandığında dürbünü kendi evine çevirdi ve buzağının ninesinin entarisini çiğnediğini gördü...

                Ninesinden korka korka eve giden çocuk yiyeceği azarı düşünüyordu. Ancak evde bir sessizlik vardı. Dedesi bir köşeye sinmişti ve Nine evde yoktu. Anlaşılan eniştesi yine teyzesini dövmüştü ve Nine barıştırmak için ordaydı. Yukarı çıkıp yatağına yattı. Çantasıyla beraber dedesinden masal dinlemeyi düşünüyordu ancak bugün olmayacağını bliyordu. Olsun, çantasına kendisi anlatabilirdi.

                Bu Boynuzlu Maral Ana efsanesi mensubu oldukları Buğu aşireti için çok önemlidir. Efsaneye göre çok eski zamanlarda Enesay nehri civarında yaşayan kabileler sürekli birbirleriyle savaş içindedirler. Bu kabilelerden biri de Kırgızlardır. Kabileler düşman olmasına rağmen töreye göre cenaze törenlerinde saldırı olmaz. Kırgızlarda başbuğlarının cenaze törenini düzenlemektedirler. Onun için geleneğe göre cenazeye yurtları gezdirilir ve onun için bir şölen yapılır. İşte bu şölen sırasında düşman kabile Kırgızları kuşatır ve saldırıya geçer. Töreyi bozdukları anlaşılmasın ve bu olay tamamen kapansın diye Kırgızların tamamını öldürürler. Kıyım bittikten sonra alana bir kız ve bir erkek çocuk gelir. Bunlar ormanı gezmek için şölenden kaçmış Kırgız çocuklarıdır. Ağlayarak düşman ordusunun peşinden koşarlar. Çocuk oldukları için yalnız kalmaktansa katillerin peşinden koşmayı tercih ederler. Üç gün bu orduyu kovalarlar ve üç günün sonunda yetişirler. Çocuklar Han'a götürülür. Han çocukların ölüm emrini verir ve Çopur Topal Ana'ya infaz görevini verir.

                Topal Ana çocukları uzaktaki bir uçuruma götürür. Tam çocukları uçurumdan aşağı itecekken Boynuzlu Maral Ana gelir ve kadına çocukları öldürmemesini, onları kendisine vermesini, kendisinin çocuklarının öldüğünü ve bu insanları evlat edinmek istediğini söyler. Maralın konuşmasına önce şaşıran Topal Ana, Maral ile dalga geçer çocuklara bakamayacağını söyler. En sonunda ikna olur ancak Maral Ana'yı insanların nankör olduğu günün birinde bu insanlar ona ihanet eder ve herhangi bir kötülük ederlerse sorumluluk taşımayacağı konusunda uyarır.

                Maral Ana ve çocuklar Enesay nehrinden 3 yıl boyunca uzaklaşırlar ve Isık-Göl civarına gelirler. Çocuklar ergin olduklarında evlenirler ve kadın hamile kalır. Doğum sancıları başlayınca adam Maral Ana'yı yardıma çağırır. Maral Ana boynuzunda bir beşik ile gelir. Kırgızların soyu burdan devam eder ve Maral Anaya saygı göstermek için "Buğu" adını alırlar. Zaman geçer, Buğulardan çok zengin bir adam vefat eder. Oğulları  babalarının mezarlarını şereflendirmek için mezara bir maral boynuzu dikmek isterler. İhtiyarların karşı çıkmasına aldırmadan bir maral öldürülür ve boynuz mezara dikilir. Zamanla bu bir adet haline gelir ve marallar avlanmaya başlanır. Sayıları çok azalan maralların soyu tükenmeye yaklaşır ve anlatılanlara göre Boynuzlu Maral Ana son kalan yavrularını da alıp Isık-Göl'ü terkeder ve insanlara küser...

               
                Mevsimler geçmiş sonbahar gelmişti. Çocuk da artık okula başlamıştı ve okulu çok seviyordu. Her sabah dedesi beş kilometre uzaktaki okula at üstünde çocuğu getirip her öğlen okuldan almaya gidiyordu. O gün Orozkul ile Mümin dede dağa çıkmışlardı. Kesilmesi yasak olan ormandaki ağaçları hediyeler ve rüşvetler karşılığında insanlara veren Orozkul için bir ağaç kesmişlerdi ve onu aşağı götürmeleri gerekiyordu. Her zamanki gibi tomruğu indirirken zor işi yaşlı Mümin yapıyor üstüne üstlük atı üstündeki Orozkul'dan bir ton azar işitiyordu. Mümin, Orozkul'dan torununu okuldan almak için izin istedi ve tabiki alamadı. Çaya gelince tomruk çayda bir kayaya sıkıştı ve onu sıkıştığı yerden çıkaramadılar. Orozkul atı çok zorluyordu ancak bir işe yaramıyordu.Bu sırada üç tane maral gördüler ve dede çok heyecanlandı. Isık-Göl civarına yıllardan beri marallar ilk defa geliyorlardı.  Mümin köye dönmelerini, atı çok zorladıklarını, çocuğu okuldan aldıktan sonra bir daha denemelerini söyledi. Çok sert bir red cevabı alınca hayatında hiç kimseye tek bir kötü söz dahi söylememiş olan Mümin dede hiddetlendi. Çocuk iki saattir bekliyordu, kesin çok korkmuştu. Döndü ve gitmeye başladı. Orozkul Mümin'i durdurup ona yumruk attı. Bunun üzerine arkasına bile bakmadan köye dönen Mümin dörtnala torununu almaya gitti.

                 Çok korkmuş olan çocuğa dede neşelenmesi için maralları anlattı. Çocuğun biraz keyfi yerine geldi. Köye döndüklerinde ise felaket onları bekliyordu. Orozkul Bekey Teyzeyi öldüresiye dövmüş ve onu evden kovmuştu. Müminin geldiğini görünce ona  da işten kovduğunu söyleyerek bağırdı. Durum çok kötü idi. Nine de sürekli dedeye kızıyor dırdır ediyordu. Dede ise bir köşeye sinmiş duruyordu. Sessizce yemeklerini yediler ve çocuk yukarı uyumaya çıktı.

                Çocuk hastalanmıştı ateşi vardı ve doğru düzgün uyuyamıyordu. Zaten dışarıdan bağrışma sesleri geliyordu sürekli. Çocuk biraz da ateşli olduğu için sürekli Maral Ana'yı düşünüyordu. Dedesinin gördüğünü söylediği maralları bugün çay kenarında kendisi de görmüştü ve dişi olanının efsanedeki Maral Ana olduğuna inandırmıştı kendini. İşte o Maral Ananın boynuzunda bir beşikle gelip Bekey Teyzesinin çocuk sahibi olması için ona yalvarıyordu. O zaman bütün sorunlar bitecekti. Hayalinde sürekli bunu canlandırıyordu. Bu arada bir kamyon sesi duydu çocuk. Gelen tomruğu almaya gelen rüşvetçilerdi. Kamyon sesini duyunca çocuk köye bundan önce gelen kamyonlarla ilgili anısını hatırladı.

                 15 tane askeri kamyon köyün arkasındaki ormandan ot depolayacaklardı. kamyonlar geçerken çocuk hepsinin arkasından teker teker koşturuyordu. En sonuncu kamyonun şoförü kamyonu durdurup indirdi ve çocukla sohbet etti. Şoförün adı Kulubeg idi. O günün akşamı korkunç bir kar fırtınası çıktı. Aile evde ateşin başında otururken kapı acı acı çaldı ve kamyon şoförlerinin bir kısmı sığınmak istediler. Şoförleri buyur eden dede ile Nine onların fırtınaya yakalanma hikayelerini dinlediler. Ertesi sabah kamyonların donan su depolarını ısıtmak ve Kulubeg ile arkadaşlarını uğurlamak için giderken çocuk da gelmek istedi. Dede çocuğa diz boyu karda yürüyemeyeceğini kendisinin de elleri dolu olduğu için taşıyamayacağını söyleyince Kulubeg çocuğu sırtına aldı ve onunda gelmesini sağladı. Kulubeg yakışıklı idi, güçlü kuvvetli bir vücudu vardı ve dürüst bir insandı. Çocuk onun gibi bir abisi olsa hiçbirşeyden hatta Orozkul'dan bile korkmayacağını düşündü...

                O günkü kamyon ise rüşvetçilerdi. Sabah Orozkul, Seydahmet ve rüşvetçiler kamyonla birlikle tomruğu çıkarmaya gittiler. Nine dedeyi de kendini affetirmesi için grubun peşine taktı. Dede ise hep itaat ediyordu. Hakaret ve aşağılamalara rağmen dede kendini hep en zor işlere attı. Yolda o üç maralı gördüler. Seydahmet marallardan lezzetli ve çok et çıkacağından bahsetti. Orozkul ise onayladı ve dönerken birini avlayacaklarını söyledi. Mümin karşı çıkmak istedi ama ne çare!

                Grup köye döndüğünde hemen hepsi sarhoştu. Sadece cenaze törenlerinde bir bardak votka içen dede bile içmişti. Maralın cesedini avluya koyup etini parçaladılar. Kelleyi bir kenara alan sarhoş Orozkul bir balta buldu ve hınçla hayvanın boynuzuna vurmaya başladı. Bu arada çocuk dışarı çıktı ve yerdeki ölü maralı gördü, tabi eniştesinin boynuzla olan mücadelesini de. Midesi bulanmaya, başı ağrımaya başladı. Kendini yıkılmış hissediyordu. Dünden beri çok acıya katlanmıştı. Teyzesi çocuğun halini gördü. O da içmişti. Çocuğu zorla kendi evine götürdü ve biraz yatırdı.

                Akşam etler pişirilip içkiler doldurulduğunda ziyafet başlamıştı. Konuşmayı dedeye yaptırdılar. Çocuk etten yemek istemiyordu, midesi bulanıyordu ama zorla bir tabak yedirdiler. Dedesi perişan durumdaydı. Alkol sohbetine dalan sofra dedenin çıktığını farketmedi. Sofrada sözü Seydahmet aldı. Sarhoş taklidi yaparak dedeyi maralı vurmaya nasıl zorladığını anlatıyordu. Sofradaki herkes kahkahalar atıyordu. Dede reddedince onu Orozkul'a şikayet etmekle tehdit ettiğini söyleyince sofradakiler iyice gülmeye başladı. Çocuk kendini iyice güçsüz hissetmeye başladı. Mide bulantısı arttı. Efsanedeki Maral Ana'yı öldürmüşlerdi ve öldüren de dedesiydi. Dün geceden beri dedesinin zavallı halini, ninesini, Orozkul eniştenin bağırtılarını ve Maral Ana'yı hatırlayan çocuk dışarı çıktı. Dedesini avluda yerde sırtüstü sarhoş bir şekilde yatarken buldu. Dedesine seslendi, onu dürttü ve çaya gideceğini, balık-adam olacağını söyledi ama dedesi inlemeden başka tepki vermiyordu.

                Çocuk çaya doğru gitti, kendisini çayın soğuk sularına yavaşça bıraktı. Ama balık-adam olamayacağını bilmiyordu...


KARAKTERLER

ÇOCUK: Kısa boylu, tostoparlak, ince boyunlu, büyük kafalı ve büyük kulaklı bir çocuk. Annesi ve babası terketmiş, dedesi ve üvey ninesiyle beraber kalıyor. Çocuk yalnızdır, kendine cansız arkadaşlar edinir. Hayal dünyası geniştir.

KIVRAK MÜMİN: Basık ve yumuşak burunlu, uzun boylu değil ancak bir delikanlı gibi çevik ve becerikli. Yüzünde çok az sakal var. Kendini saydıramayan, iddiasız, ayak işleri yaptırılan, iyiniyetli ve saf bir insan. Kullanılmasına rağmen o bundan alınmaz ve bu işleri bir görev gibi benimser. Köyde düşük bir maaşla işçi olarak çalışıyor. İki kızı var.

OROZKUL: Adam kullanan, rüşvetçi, kötü niyetli, karısını döven, amir nüfuzunu kullanan, alkol düşkünü ve haris. Mümin dedenin damadı. Köyün şefi, çocuğu olmuyor. Şehir hayatına özeniyor ve halkı küçümsüyor.

SEYDAHMET: Söz dinleyen, güçlü kuvvetli ama tembel, kimseyle tartışmaz, uyuşuk ve uykucu. Köydeki hanelerden birinin erkeği.

BEKEY TEYZE: Çocuğun teyzesi. Orozkuldan her sarhoş olduğunda dayak yemesine rağmen kocasına sadık. Çocuğu olmuyor.

NİNE: Beş çocuğunu kaybetmiş. 18 yaşındaki oğlu savaşta ölmüş. İlk kocası Taygara kar fırtınasında yitmiş sonra Mümin dede ile evlenmiş. Dırdırcı, bir günü diğerini tutmayan, şefkat yoksunu.

DİĞER KARAKTERLER: Kamyon şoförü Kulubeg çocuğun hayran olduğu kişi. Gülcemal ve kızı. Çocuğun annesi ile babası, ikiside çocuğu terkedip yeniden aile kurmuşlar. Çopur Topal Ana, efsanedeki kehanette bulunan kadın...



ZAMAN

                Nine 18 yaşındaki oğlunu savaşta kaybettiğine göre savaştan yaklaşık 30 yıl sonra olması gerekiyor. Yani roman 1975-1980 yıllarında geçmiştir. Bütün olay 3-4 ay içerisinde gerçekleşir. Hatta romanda toplam anlatılan gün sayısı çocuğun hatıralarını ve efsaneyi saymazsak çanta alınan gün, Mümin ile Orozkulun kavga ettiği gün ve ertesi gün olmak üzere 3 gündür.

                Çocuğa çantanın alındığı birinci günden sonra romanın anlattığı son güne kadar geçen aylar anlatılmayarak atlanmıştır.

                Çocuğun kamyon şoförü Kutubeg ile olan anısı da kitapta hacim olarak azımsanmayacak derecede yer kaplar. Bu yüzden romanın anlatımında geçmiş zaman da kullanılmıştır diyebiliriz. Bunun yanında çocuğun annesi ile babasının durumunu öğrendiği geceyi de geçmiş zamana sayabiliriz.

MEKAN

            Beyaz gemi romanı Isık-Göl yakınındaki San-Taş vadisinde üç hanelik küçük bir köyde geçer. Olaylar genelde dört duvarın dışında, orman gibi çay kenarı gibi açık alanlarda gerçekleşir. Çok geniş bir mekan yelpazesi olmamakla beraber orman, okul köy arası yol ve karavul dağı mekanlardan bazılarıdır.

                Romanın geneli için saydığımız kaidelere Boynuzlu Maral Ana yine istisna teşkil eder. Efsanede roman mekanlarına Enesay nehri kıyıları da katılır.

ANLATICI VE TİP-KARAKTER

                Yazar romanın genelini hakim bakış açısıyla yazmıştır ancak çocuğun dürbünle beyaz gemiyi izlerken muhayyilesinde babasına hayatını anlattığı bölüm kahraman bakış açısıdır. Romanın geri kalan kısmının hakim bakış açısı olduğunu ise romanda yer yer ilerisi hakkında verilen ipuçları yani anlatıcının geleceği bilmesi ve karakterlerin ruh hallerini okumasından anlıyoruz.

                Yazar romandaki şahsiyetleri oluştururken romanda kullanılan tip ve karakter teknikleri arasından "tip" tekniğini tercih etmiştir. Şahsiyetler iç çatışmalar yaşamazlar, git-gelleri yoktur. Temsil ettikleri ruh hali veya davranış ne ise ona göre hareket ederler. Örneğin Mümin dede iyiniyeti, saflığı ve sabrı temsil eder ve asla bu çerçevenin dışına çıkmaz.

DİL VE ANLATIM

            Yazar bu romanında uzun, sıralı cümlelerden kaçınıp herkesin anlayabileceği kısa cümleleri tercih etmiş. Herhangi bir süslü veya sanatlı anlatım kaygısı bulunmamaktadır, gayet akıcı ve sade hızlıca okunabilen rahat bir anlatım kullanmıştır. Yoğun ve anlaşılması güç olaylar zinciri yerine, meseleleri olduğu gibi anlatmayı rahat kılan beyni yormayan bir olay örgüsü mevcuttur.

                Çeviride ise göze batan herhangi bir durum yoktur. Çevirmen kelime tekrarına düşmemiştir. Hangi kelimeleri çevirip hangi kelimeleri olduğu gibi bırakması gerektiğini çok iyi bilmiştir. At-ata-taka üçlemesindeki takayı çevirmeyip anlamını dipnot düşmesi ahenk açısından gereklidir. Avıl kelimesini baybiçe sıfatını dipnot düşerek olduğu gibi alması kültür aktarımı bağlamında doğru bir tercihtir.


DEĞERLENDİRME

                Romanda şekli unsurları bir tarafa bırakıp verilmek istenen mesajları ve satır aralarını  incelemek gerekirse: öncelikle nispeten az olan kişi kadrosunda net bir şekilde iyi ve kötü şahsiyetler olduğu göz ile görülmekte. Özellikle kötü taraf olan Orozkul ile iyi olan Mümin karakterleriyle bu çatışma iyice göze çarpıyor. Ama bu çatışmada okuyucuyu bir nokta rahatsız ediyor. Evet bu rahatsızlığın sebebi elbette romanın sonunda çocuğun ölümü ile kötülerin kazanıyor gibi görünüşü ancak biz istemeden aslında Mümin dedeye kızdık bütün roman boyunca. Ona acıyoruz belki gördüğü muameleden ötürü ama Mümin dedenin tercih ettiği "pasif iyilik", "miskin kabulleniş", okuyucuya dokunuyor. Kitabı okurken açıkçası en heyecanlandığım bölüm Mümin dedenin hiddetlenip Orozkula bağırmasıydı. Ve bu bağırmadan sonra birkaç dakika Orozkul afallamış ve itaat etmişti. İşte esasında okuyucunun istediği budur. Yeri geldiğinde kuvvet kullanan bir adalet anlayışı.

                Bu adalet mefhumunun kuvvet eksiğini romanın başkarakteri olan çocuk da farkediyor. Çocuğun içinde hep bir sıkıntı var romanda ve öyle sanıyorum ki o sıkıntının nedeni işte bu adaletsizlik. Çocuğun romanın büyük bir kısmını kaplayan hayallerini gözden geçirdiğimizde hep bir sorunu çözmeyi ve adaletsizliği gidermeyi sağladığını görürürüz. Neden hayaller? Çünkü çocuğun çevresinde gördüğü insanların gücü buna yetmiyor. Bunun da aslında en büyük  örneği dedesi. Romanın daha başında babasızlığın getirdiği adaletsizliği balık-adam olarak çözmeye çalışıyor. Romanın muhtelif yerlerinde vurguladığı herkes çocuk sahibi oluyor da eniştem ile teyzem niçin olamıyor sorununun çözümünü de Boynuzlu Maral Ana'nın boynuzunda getireceği beşikten bekliyor. Orozkul'un zulmüne karşı hayalinde Kulubeg'e verdirtiyor. Küçük yaşta sorunlarla karşılaşan çocuğun adalet özlemini görebiliyoruz.

                Romanda göze çarpan bir diğer nokta ise Maral Ana efsanesinin lafzen okuyucuya anlatılması. Ben bunun boşuna olmadığını düşünüyorum. Efsaneden çıkaracağımız sonuç şudur ki Çopur Topal Ana'nın kehaneti gerçekleşmiştir. Yani insanlık kurtarıcısına ihanet etmiştir. Kötülük, (zengin Buğu'nun zengin çocukları) iyiliğe(ihtiyarlara) galebe çalmıştır. Bunu maralları öldürme yoluyla yapmıştır. Romanın esas hikayesine baktığımızda ise yine kötülüğün iyilik karşısında üstün geldiğini görüyoruz. Nispeten daha zengin, en azından zenginliğe özenen Orozkul'un ihtiyar Mümin dedeyi alt etmesine şahit oluyoruz. Ve bunu yine aynı maddi yol ile maralları öldürerek yapıyor. Aslında kehanet tekerrür ediyor. Ben bunu Aytmatovun karamsarlığına yoruyorum. Kötülük geçmişte de iyiliği yendi, günümüzde de yeniyor. Üstelik aynı rollerle ve aynı metodla!

                Romanımızda tiplerin kötülük ve iyiliği temsil ettiğini söylemiştik. İkinci bir mesaj olarak aynı tipler devlet ile halkı da temsil ediyorlar. Orozkul o üç hanelik minyatür ülkede devlet gücünün şahıslaşmış hali. Mümin dede ise halkı anımsatıyor. Garip, fakir ve itaatkar halkın devlet karşısındaki çaresizliği ve bağımlılığı anlatılmaya çalışılmıştır. Aytmatovun Sovyet dönemi sanatçısı olduğu ve Sovyetlerin geleneğe bakış açısını biliyoruz. Burdan hareketle Orozkul'un marallara saygısızlığını da devlet-halk ilişkisine yorarsak sanıyorum abartmış olmayız. Yazarın esasında bu ikinci temsilde vermek istediği mesaj devlet gücünün liyakatsiz ve zalim ellere geçtiği anda ne büyük felaketlere sebep olabileceğidir. Mümin dede bu bağlamda halkın geçmişi, çocuk ise halkın geleceğidir. Devlet temsilcisi Orozkul, kendi cebini doldurmak için halkı yani Mümin'i çalıştırırken dedenin torununu almaya gitmek istemesi üzerine olumsuz cevap alması Müminin tek hiddetlenişi, tek başkaldırışıdır. Burasını önemli görüyorum. Ne zamanki devlet halkın geçmişi ile geleceği arasındaki bağı koparmak istiyor, itaatkar halk o zaman tepki göstermeye başlıyor.

                Alegorik düşünmediğimiz zaman, çocukla dedenin hayatta birbirlerinden başka karşılıksız ve gerçek sevenleri olmaması, birbirlerinin yüzlerinden konuşmadan sıkıntılı olduğunu anlamaları, birbirleri için üzülmeleri ve birbirlerini koruyup kollamaları okuyucuyu müteessir ediyor. Zaten romanın felaketle sonuçlanmasının son nedeni de dede ile torun arasındaki iletişimin kopması, çocuğun bu zorlu hayatta tek dayanak noktasının yıkılması teşkil ediyor.

                Değerlendirmenin başında pasifliği ve kabullenişi yüzünden kızdığımız Mümin dede'nin aksine, kötülüğe direnişin "kaçış" olarak tezahür ettiği çocuğun, çocuksuda olsa amacına ulaşma yolunda vefat etmesi çocuğu anıtlaştırıyor. Kitabın sonunda anlatıcınında söylediği budur. Yazar en sonunda kötülük istediği kadar kazansın iyilik her zaman var olacaktır diyerek mutsuz ve kötü biten romanın yarattığı karamsar ortama umut aşılıyor. Aynen aktarıyorum:

"Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşmadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden budur...Bir başka tesellim daha var.İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır."


                YAZAR İLE İLGİLİ

                Aytmatov olay örgüsünü anlatmaya devam ederken romanın devamıyla ilgili küçük ipuçları vererek okuyucuyu sonucun nasıl gelişeceğini merak etmeye zorlar. genel sonucu ve esbabı söyleyip dügüme meraklandırır. Sayfa 52'de şöyle ki:

"Kısa hayatında onu yeni yeni olayların beklediğini, bir gün bu dünyada yapayalnız kalacağını, çantasından başka bir şeyi olmayacağını da bilmiyordu çocuk. Bütün bunlara sebep çok sevdiği 'Boynuzlu Maral Ana' masalı olacaktı."

                Aytmatov gelenekçidir. Hemen her eserinde masallar, efsaneler, tarihi hikayelerin alegorisini  ve türkülerin hissiyatını kullanır. Romanlarında eski efsanelerden motifler azımsanamayacak kadar yer tutar. Boynuzlu Maral Ana efsanesi ve romanında muhtelif yerlerinde geçen türküler, gelenekler...


                Aytmatov yetişkin bir erkek yazar olmasına karşın romanlarında anlatıcıları yahut başkarakterleri kendi benliğine uzak şahsiyetlerden seçer. Örneğin bu romanda başkarakter bir çocuktur. Çocuk hissiyatini yaşamak ve onu öyle aktarmak gerekir. "Dişi kurdun rüyaları" adlı eserinde bir kurdun kafasından aktardığı olmuştur. "Toprak ana" eserinde genç bir kadının gün gün yaşlanmasını ve yaşadıklarını kahraman bakış açısıyla anlatır. Tüm bunlar Cengiz Aytmatov'un gözlem ve aktarımdaki yetkinliğinin ispatıdır. 

40 yorum:

  1. Cok guzel tahlil edilmis tesekkur ederim ellerinize saglik cok yardimci oldunuz

    YanıtlaSil
  2. Bir faydam dokunduysa ne mutlu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    2. ya bu kesin doğrumu acaba

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    4. orozkul ve bekey teyze adıyla geçmektedir romanda yani hiçbir yanlışlık yoktur kitabı bizzat okudum

      Sil
    5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
    7. Olay örgüsünü de söyleyebilir misiniz lütfen

      Sil
    8. Temasi nedir acaba ?? Ve turur ?

      Sil
  3. emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. bu kitapla ilgili iyi bir tahlili nerde bulabiliriz

    YanıtlaSil
  5. Emeğinize sağlık çok işime yaradı

    YanıtlaSil
  6. Yazarın konuya bakış açısı nedir

    YanıtlaSil
  7. İSMİ BAŞKA NE OLABİLİRDİ???

    YanıtlaSil
  8. Bence hiç fena bir kitap değil
    Metin bulut ttsbl

    YanıtlaSil
  9. Bravo gercekten tatmin edici bir tahlil olmus cok tesekkur ediyorm emegi gecen herkese

    YanıtlaSil
  10. Bok gibi aq
    Bu ne lan boyle

    YanıtlaSil
  11. Kitabın yazıldığı dönem soylermisiniz

    YanıtlaSil
  12. Kitabın yazıldığı dönem soylermisiniz

    YanıtlaSil
  13. Kitabın yazıldığı dönem soylermisiniz

    YanıtlaSil
  14. İlk 80sayfa sıkıcı ama o sayfaları geçince harika bir romana dönüşüyor

    YanıtlaSil
  15. bok gibi bok dil ve anlatım diyor söyle işte anlatımı ne bi saat yazmıssın tek bir kelimeyle anlat

    YanıtlaSil
  16. Çok güzel emeğe saygı

    YanıtlaSil
  17. Bekey teyze için maral Anadan nasıl bi beşik istemiştir

    YanıtlaSil
  18. Özenle emek verilmiş bir tahlil olmuş.. Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  19. Vallaha mükemmel yani tek kelimeyle emeği geçen herkese tesekkurler

    YanıtlaSil
  20. Bence iyi olmuş

    YanıtlaSil
  21. Efsane olmuş çok teşekkür ederim♥

    YanıtlaSil
  22. BEYAZ GEMİ HIKAYESININ TEMASINI DA YAZAR MISNIZ RICA ETSEM

    YanıtlaSil