ESERİN BİÇİMİ İLE İLGİLİ BİLGİLER
Eserin adı: Beyaz Gemi
Yazarın adı: Cengiz Aytmatov
Çevirmenin adı: Refik Özdek
Yayınevi: Ötüken
Yayım yılı ve sayfa sayısı: 1991 / 174
ROMANIN ÖZETİ
San-Taş
vadisindeki üç hanelik yerleşim yerinde çocuk, dede ve ninesiyle birlikte bir
haneyi temsil ediyordu. Diğer hanelerde ise Seydahmet ve karısı Gülcemal ile
kızı, son hanede ise oranın şefi olan Orozkul enişte ile çocuğun teyzesi
yaşıyorlardı. Orozkul enişte ve Bekey Teyzenin çocukları olmuyordu, bundan
dolayı Orozkul enişte çok aksiydi. Şartların imkansızlığından ötürü kayalarla
ve dürbünüyle arkadaşlık eden çocuk her zamanki gibi yörede vakit geçirirken;
arada bir bu küçük yerleşim yerine de uğrayan ve maşin-mağaza denilen gezgin
satıcının arabası ile geldiğini farkeder. Zaten monoton bir hayatı olan çocuk
için bunun gibi değişiklikler ciddiyet arzettiği için hızlıca köye haber
vermeye koşar. Köyün kadınları içinde güzel bir değişiklik olduğundan dolayı
mağazaya koşarlar ancak satıcının "üç kuruşluk" dediği alışverişten
başka doğru düzgün bir şey almazlar. Satıcı oflayarak toparlanırken çocuğun
dedesi olan Kıvrak Mümin gelir. Satıcının ısrarı ve dedenin iyiniyeti sonucu
Mümin dede torunu bir mevsim sonra okula başlayacağı için ona bir çanta alır.
Çocuk çok sevinir ve köydeki herkese teker teker çantasını göstererek övünür.
Çocuk çok değer verdiği yeni arkadaşını Tank, Ihlamış deve, Kurt ve Eyer adını
verdiği kaya-arkadaşlarla tanıştırır ve diğer bir arkadaşı olan dürbünü yanına
alarak civardaki tepeye çıkar.
Tepeden
bu dürbünle heryer görünür. Köyün yakınından geçen çay, dedenin çocuğa yaptığı
küçük gölet, uzaktaki okul, uçsuz bucaksız Isık-Göl ve ormanlar...Çocuk bunları
izlemekten çok zevk alır bir yandan da dürbünle konuşurdu. Ama çocuğun esas
izlemek istediği başka bir şey vardı. Beyaz Gemi. Isık-Göl'de arada bir
gözüken, nerden gelip nereye gittiği bilinmeyen bu gemiyi beklerdi çocuk hep.
Çünkü babasının o gemide olduğunu düşünüyordu. Geçmiş bir günde dedesinin
anlattığına göre babası çocuğu ve annesini bırakıp gemicilik yapmaya gitmiş,
şimdi başka karısı ve çocukları varmış. Anne ise baba gittikten sonra çocuğu
dedeye terketmiş. O da şehirde başka biriyle evlenip çocuk sahibi olmuş. Bir
daha da çocuğu görmeye gelmemişler. Çocuk beyaz gemiyi izlerken hayaller
kuruyordu. Bir balık-adam olduğunu, çaydan yüzüp Isık-Göl'de beyaz gemiye
ulaştığını, babasına kendini gösterdiğini ve ona sarıldığını düşlüyordu. Ve
balık-adam olmak onun için uzak bir hayal değildi. Bir gün yapacaktı bunu.
Babasına ulaştığında ona buradaki hayatını anlatacaktı. Dedesinin ne kadar
iyiniyetli ve saf bir insan olduğunu, ona nasıl kötü davrandıklarını, ninesinin
kendisine nasıl sanki bir yabancıymış gibi davrandığını, Orozkul enişteyi ve
eniştesinin her sarhoş olduğunda kısırlıkla suçlayarak Bekey Teyzeyi dövüşünü,
okula başlayacağını herşeyi anlatacaktı. Peki sonra? Sonrasını bilmiyordu.
Hayallerden uyandığında dürbünü kendi evine çevirdi ve buzağının ninesinin
entarisini çiğnediğini gördü...
Ninesinden
korka korka eve giden çocuk yiyeceği azarı düşünüyordu. Ancak evde bir
sessizlik vardı. Dedesi bir köşeye sinmişti ve Nine evde yoktu. Anlaşılan eniştesi
yine teyzesini dövmüştü ve Nine barıştırmak için ordaydı. Yukarı çıkıp yatağına
yattı. Çantasıyla beraber dedesinden masal dinlemeyi düşünüyordu ancak bugün
olmayacağını bliyordu. Olsun, çantasına kendisi anlatabilirdi.
Bu
Boynuzlu Maral Ana efsanesi mensubu oldukları Buğu aşireti için çok önemlidir.
Efsaneye göre çok eski zamanlarda Enesay nehri civarında yaşayan kabileler
sürekli birbirleriyle savaş içindedirler. Bu kabilelerden biri de Kırgızlardır.
Kabileler düşman olmasına rağmen töreye göre cenaze törenlerinde saldırı olmaz.
Kırgızlarda başbuğlarının cenaze törenini düzenlemektedirler. Onun için
geleneğe göre cenazeye yurtları gezdirilir ve onun için bir şölen yapılır. İşte
bu şölen sırasında düşman kabile Kırgızları kuşatır ve saldırıya geçer. Töreyi
bozdukları anlaşılmasın ve bu olay tamamen kapansın diye Kırgızların tamamını
öldürürler. Kıyım bittikten sonra alana bir kız ve bir erkek çocuk gelir.
Bunlar ormanı gezmek için şölenden kaçmış Kırgız çocuklarıdır. Ağlayarak düşman
ordusunun peşinden koşarlar. Çocuk oldukları için yalnız kalmaktansa katillerin
peşinden koşmayı tercih ederler. Üç gün bu orduyu kovalarlar ve üç günün
sonunda yetişirler. Çocuklar Han'a götürülür. Han çocukların ölüm emrini verir
ve Çopur Topal Ana'ya infaz görevini verir.
Topal Ana
çocukları uzaktaki bir uçuruma götürür. Tam çocukları uçurumdan aşağı itecekken
Boynuzlu Maral Ana gelir ve kadına çocukları öldürmemesini, onları kendisine
vermesini, kendisinin çocuklarının öldüğünü ve bu insanları evlat edinmek
istediğini söyler. Maralın konuşmasına önce şaşıran Topal Ana, Maral ile dalga
geçer çocuklara bakamayacağını söyler. En sonunda ikna olur ancak Maral Ana'yı
insanların nankör olduğu günün birinde bu insanlar ona ihanet eder ve herhangi
bir kötülük ederlerse sorumluluk taşımayacağı konusunda uyarır.
Maral Ana
ve çocuklar Enesay nehrinden 3 yıl boyunca uzaklaşırlar ve Isık-Göl civarına gelirler.
Çocuklar ergin olduklarında evlenirler ve kadın hamile kalır. Doğum sancıları
başlayınca adam Maral Ana'yı yardıma çağırır. Maral Ana boynuzunda bir beşik
ile gelir. Kırgızların soyu burdan devam eder ve Maral Anaya saygı göstermek
için "Buğu" adını alırlar. Zaman geçer, Buğulardan çok zengin bir
adam vefat eder. Oğulları babalarının
mezarlarını şereflendirmek için mezara bir maral boynuzu dikmek isterler.
İhtiyarların karşı çıkmasına aldırmadan bir maral öldürülür ve boynuz mezara
dikilir. Zamanla bu bir adet haline gelir ve marallar avlanmaya başlanır.
Sayıları çok azalan maralların soyu tükenmeye yaklaşır ve anlatılanlara göre
Boynuzlu Maral Ana son kalan yavrularını da alıp Isık-Göl'ü terkeder ve
insanlara küser...
Mevsimler
geçmiş sonbahar gelmişti. Çocuk da artık okula başlamıştı ve okulu çok
seviyordu. Her sabah dedesi beş kilometre uzaktaki okula at üstünde çocuğu
getirip her öğlen okuldan almaya gidiyordu. O gün Orozkul ile Mümin dede dağa
çıkmışlardı. Kesilmesi yasak olan ormandaki ağaçları hediyeler ve rüşvetler
karşılığında insanlara veren Orozkul için bir ağaç kesmişlerdi ve onu aşağı
götürmeleri gerekiyordu. Her zamanki gibi tomruğu indirirken zor işi yaşlı
Mümin yapıyor üstüne üstlük atı üstündeki Orozkul'dan bir ton azar işitiyordu.
Mümin, Orozkul'dan torununu okuldan almak için izin istedi ve tabiki alamadı.
Çaya gelince tomruk çayda bir kayaya sıkıştı ve onu sıkıştığı yerden
çıkaramadılar. Orozkul atı çok zorluyordu ancak bir işe yaramıyordu.Bu sırada
üç tane maral gördüler ve dede çok heyecanlandı. Isık-Göl civarına yıllardan
beri marallar ilk defa geliyorlardı.
Mümin köye dönmelerini, atı çok zorladıklarını, çocuğu okuldan aldıktan
sonra bir daha denemelerini söyledi. Çok sert bir red cevabı alınca hayatında
hiç kimseye tek bir kötü söz dahi söylememiş olan Mümin dede hiddetlendi. Çocuk
iki saattir bekliyordu, kesin çok korkmuştu. Döndü ve gitmeye başladı. Orozkul
Mümin'i durdurup ona yumruk attı. Bunun üzerine arkasına bile bakmadan köye
dönen Mümin dörtnala torununu almaya gitti.
Çok korkmuş olan çocuğa dede neşelenmesi için
maralları anlattı. Çocuğun biraz keyfi yerine geldi. Köye döndüklerinde ise
felaket onları bekliyordu. Orozkul Bekey Teyzeyi öldüresiye dövmüş ve onu evden
kovmuştu. Müminin geldiğini görünce ona
da işten kovduğunu söyleyerek bağırdı. Durum çok kötü idi. Nine de
sürekli dedeye kızıyor dırdır ediyordu. Dede ise bir köşeye sinmiş duruyordu.
Sessizce yemeklerini yediler ve çocuk yukarı uyumaya çıktı.
Çocuk
hastalanmıştı ateşi vardı ve doğru düzgün uyuyamıyordu. Zaten dışarıdan
bağrışma sesleri geliyordu sürekli. Çocuk biraz da ateşli olduğu için sürekli
Maral Ana'yı düşünüyordu. Dedesinin gördüğünü söylediği maralları bugün çay
kenarında kendisi de görmüştü ve dişi olanının efsanedeki Maral Ana olduğuna
inandırmıştı kendini. İşte o Maral Ananın boynuzunda bir beşikle gelip Bekey Teyzesinin
çocuk sahibi olması için ona yalvarıyordu. O zaman bütün sorunlar bitecekti.
Hayalinde sürekli bunu canlandırıyordu. Bu arada bir kamyon sesi duydu çocuk.
Gelen tomruğu almaya gelen rüşvetçilerdi. Kamyon sesini duyunca çocuk köye
bundan önce gelen kamyonlarla ilgili anısını hatırladı.
15 tane askeri kamyon köyün arkasındaki
ormandan ot depolayacaklardı. kamyonlar geçerken çocuk hepsinin arkasından
teker teker koşturuyordu. En sonuncu kamyonun şoförü kamyonu durdurup indirdi
ve çocukla sohbet etti. Şoförün adı Kulubeg idi. O günün akşamı korkunç bir kar
fırtınası çıktı. Aile evde ateşin başında otururken kapı acı acı çaldı ve
kamyon şoförlerinin bir kısmı sığınmak istediler. Şoförleri buyur eden dede ile
Nine onların fırtınaya yakalanma hikayelerini dinlediler. Ertesi sabah
kamyonların donan su depolarını ısıtmak ve Kulubeg ile arkadaşlarını uğurlamak
için giderken çocuk da gelmek istedi. Dede çocuğa diz boyu karda yürüyemeyeceğini
kendisinin de elleri dolu olduğu için taşıyamayacağını söyleyince Kulubeg
çocuğu sırtına aldı ve onunda gelmesini sağladı. Kulubeg yakışıklı idi, güçlü
kuvvetli bir vücudu vardı ve dürüst bir insandı. Çocuk onun gibi bir abisi olsa
hiçbirşeyden hatta Orozkul'dan bile korkmayacağını düşündü...
O günkü
kamyon ise rüşvetçilerdi. Sabah Orozkul, Seydahmet ve rüşvetçiler kamyonla
birlikle tomruğu çıkarmaya gittiler. Nine dedeyi de kendini affetirmesi için
grubun peşine taktı. Dede ise hep itaat ediyordu. Hakaret ve aşağılamalara
rağmen dede kendini hep en zor işlere attı. Yolda o üç maralı gördüler.
Seydahmet marallardan lezzetli ve çok et çıkacağından bahsetti. Orozkul ise
onayladı ve dönerken birini avlayacaklarını söyledi. Mümin karşı çıkmak istedi
ama ne çare!
Grup
köye döndüğünde hemen hepsi sarhoştu. Sadece cenaze törenlerinde bir bardak
votka içen dede bile içmişti. Maralın cesedini avluya koyup etini parçaladılar.
Kelleyi bir kenara alan sarhoş Orozkul bir balta buldu ve hınçla hayvanın
boynuzuna vurmaya başladı. Bu arada çocuk dışarı çıktı ve yerdeki ölü maralı
gördü, tabi eniştesinin boynuzla olan mücadelesini de. Midesi bulanmaya, başı
ağrımaya başladı. Kendini yıkılmış hissediyordu. Dünden beri çok acıya
katlanmıştı. Teyzesi çocuğun halini gördü. O da içmişti. Çocuğu zorla kendi
evine götürdü ve biraz yatırdı.
Akşam
etler pişirilip içkiler doldurulduğunda ziyafet başlamıştı. Konuşmayı dedeye
yaptırdılar. Çocuk etten yemek istemiyordu, midesi bulanıyordu ama zorla bir
tabak yedirdiler. Dedesi perişan durumdaydı. Alkol sohbetine dalan sofra
dedenin çıktığını farketmedi. Sofrada sözü Seydahmet aldı. Sarhoş taklidi
yaparak dedeyi maralı vurmaya nasıl zorladığını anlatıyordu. Sofradaki herkes
kahkahalar atıyordu. Dede reddedince onu Orozkul'a şikayet etmekle tehdit
ettiğini söyleyince sofradakiler iyice gülmeye başladı. Çocuk kendini iyice
güçsüz hissetmeye başladı. Mide bulantısı arttı. Efsanedeki Maral Ana'yı
öldürmüşlerdi ve öldüren de dedesiydi. Dün geceden beri dedesinin zavallı
halini, ninesini, Orozkul eniştenin bağırtılarını ve Maral Ana'yı hatırlayan
çocuk dışarı çıktı. Dedesini avluda yerde sırtüstü sarhoş bir şekilde yatarken
buldu. Dedesine seslendi, onu dürttü ve çaya gideceğini, balık-adam olacağını
söyledi ama dedesi inlemeden başka tepki vermiyordu.
Çocuk
çaya doğru gitti, kendisini çayın soğuk sularına yavaşça bıraktı. Ama
balık-adam olamayacağını bilmiyordu...
KARAKTERLER
ÇOCUK: Kısa boylu, tostoparlak, ince boyunlu, büyük kafalı
ve büyük kulaklı bir çocuk. Annesi ve babası terketmiş, dedesi ve üvey
ninesiyle beraber kalıyor. Çocuk yalnızdır, kendine cansız arkadaşlar edinir.
Hayal dünyası geniştir.
KIVRAK MÜMİN: Basık ve yumuşak burunlu, uzun boylu değil
ancak bir delikanlı gibi çevik ve becerikli. Yüzünde çok az sakal var. Kendini saydıramayan,
iddiasız, ayak işleri yaptırılan, iyiniyetli ve saf bir insan. Kullanılmasına
rağmen o bundan alınmaz ve bu işleri bir görev gibi benimser. Köyde düşük bir
maaşla işçi olarak çalışıyor. İki kızı var.
OROZKUL: Adam kullanan, rüşvetçi, kötü niyetli, karısını
döven, amir nüfuzunu kullanan, alkol düşkünü ve haris. Mümin dedenin damadı.
Köyün şefi, çocuğu olmuyor. Şehir hayatına özeniyor ve halkı küçümsüyor.
SEYDAHMET: Söz dinleyen, güçlü kuvvetli ama tembel, kimseyle
tartışmaz, uyuşuk ve uykucu. Köydeki hanelerden birinin erkeği.
BEKEY TEYZE: Çocuğun teyzesi. Orozkuldan her sarhoş
olduğunda dayak yemesine rağmen kocasına sadık. Çocuğu olmuyor.
NİNE: Beş çocuğunu kaybetmiş. 18 yaşındaki oğlu savaşta
ölmüş. İlk kocası Taygara kar fırtınasında yitmiş sonra Mümin dede ile
evlenmiş. Dırdırcı, bir günü diğerini tutmayan, şefkat yoksunu.
DİĞER KARAKTERLER: Kamyon şoförü Kulubeg çocuğun hayran
olduğu kişi. Gülcemal ve kızı. Çocuğun annesi ile babası, ikiside çocuğu
terkedip yeniden aile kurmuşlar. Çopur Topal Ana, efsanedeki kehanette bulunan
kadın...
ZAMAN
Nine 18
yaşındaki oğlunu savaşta kaybettiğine göre savaştan yaklaşık 30 yıl sonra
olması gerekiyor. Yani roman 1975-1980 yıllarında geçmiştir. Bütün olay 3-4 ay
içerisinde gerçekleşir. Hatta romanda toplam anlatılan gün sayısı çocuğun
hatıralarını ve efsaneyi saymazsak çanta alınan gün, Mümin ile Orozkulun kavga
ettiği gün ve ertesi gün olmak üzere 3 gündür.
Çocuğa
çantanın alındığı birinci günden sonra romanın anlattığı son güne kadar geçen
aylar anlatılmayarak atlanmıştır.
Çocuğun
kamyon şoförü Kutubeg ile olan anısı da kitapta hacim olarak azımsanmayacak
derecede yer kaplar. Bu yüzden romanın anlatımında geçmiş zaman da
kullanılmıştır diyebiliriz. Bunun yanında çocuğun annesi ile babasının durumunu
öğrendiği geceyi de geçmiş zamana sayabiliriz.
MEKAN
Beyaz
gemi romanı Isık-Göl yakınındaki San-Taş vadisinde üç hanelik küçük bir köyde
geçer. Olaylar genelde dört duvarın dışında, orman gibi çay kenarı gibi açık
alanlarda gerçekleşir. Çok geniş bir mekan yelpazesi olmamakla beraber orman,
okul köy arası yol ve karavul dağı mekanlardan bazılarıdır.
Romanın
geneli için saydığımız kaidelere Boynuzlu Maral Ana yine istisna teşkil eder.
Efsanede roman mekanlarına Enesay nehri kıyıları da katılır.
ANLATICI VE TİP-KARAKTER
Yazar
romanın genelini hakim bakış açısıyla yazmıştır ancak çocuğun dürbünle beyaz
gemiyi izlerken muhayyilesinde babasına hayatını anlattığı bölüm kahraman bakış
açısıdır. Romanın geri kalan kısmının hakim bakış açısı olduğunu ise romanda
yer yer ilerisi hakkında verilen ipuçları yani anlatıcının geleceği bilmesi ve
karakterlerin ruh hallerini okumasından anlıyoruz.
Yazar
romandaki şahsiyetleri oluştururken romanda kullanılan tip ve karakter
teknikleri arasından "tip" tekniğini tercih etmiştir. Şahsiyetler iç
çatışmalar yaşamazlar, git-gelleri yoktur. Temsil ettikleri ruh hali veya
davranış ne ise ona göre hareket ederler. Örneğin Mümin dede iyiniyeti, saflığı
ve sabrı temsil eder ve asla bu çerçevenin dışına çıkmaz.
DİL VE ANLATIM
Yazar
bu romanında uzun, sıralı cümlelerden kaçınıp herkesin anlayabileceği kısa
cümleleri tercih etmiş. Herhangi bir süslü veya sanatlı anlatım kaygısı
bulunmamaktadır, gayet akıcı ve sade hızlıca okunabilen rahat bir anlatım
kullanmıştır. Yoğun ve anlaşılması güç olaylar zinciri yerine, meseleleri
olduğu gibi anlatmayı rahat kılan beyni yormayan bir olay örgüsü mevcuttur.
Çeviride
ise göze batan herhangi bir durum yoktur. Çevirmen kelime tekrarına
düşmemiştir. Hangi kelimeleri çevirip hangi kelimeleri olduğu gibi bırakması
gerektiğini çok iyi bilmiştir. At-ata-taka üçlemesindeki takayı çevirmeyip
anlamını dipnot düşmesi ahenk açısından gereklidir. Avıl kelimesini baybiçe
sıfatını dipnot düşerek olduğu gibi alması kültür aktarımı bağlamında doğru bir
tercihtir.
DEĞERLENDİRME
Romanda
şekli unsurları bir tarafa bırakıp verilmek istenen mesajları ve satır
aralarını incelemek gerekirse: öncelikle
nispeten az olan kişi kadrosunda net bir şekilde iyi ve kötü şahsiyetler olduğu
göz ile görülmekte. Özellikle kötü taraf olan Orozkul ile iyi olan Mümin
karakterleriyle bu çatışma iyice göze çarpıyor. Ama bu çatışmada okuyucuyu bir
nokta rahatsız ediyor. Evet bu rahatsızlığın sebebi elbette romanın sonunda
çocuğun ölümü ile kötülerin kazanıyor gibi görünüşü ancak biz istemeden aslında
Mümin dedeye kızdık bütün roman boyunca. Ona acıyoruz belki gördüğü muameleden
ötürü ama Mümin dedenin tercih ettiği "pasif iyilik", "miskin
kabulleniş", okuyucuya dokunuyor. Kitabı okurken açıkçası en
heyecanlandığım bölüm Mümin dedenin hiddetlenip Orozkula bağırmasıydı. Ve bu
bağırmadan sonra birkaç dakika Orozkul afallamış ve itaat etmişti. İşte
esasında okuyucunun istediği budur. Yeri geldiğinde kuvvet kullanan bir adalet
anlayışı.
Bu
adalet mefhumunun kuvvet eksiğini romanın başkarakteri olan çocuk da
farkediyor. Çocuğun içinde hep bir sıkıntı var romanda ve öyle sanıyorum ki o
sıkıntının nedeni işte bu adaletsizlik. Çocuğun romanın büyük bir kısmını
kaplayan hayallerini gözden geçirdiğimizde hep bir sorunu çözmeyi ve
adaletsizliği gidermeyi sağladığını görürürüz. Neden hayaller? Çünkü çocuğun
çevresinde gördüğü insanların gücü buna yetmiyor. Bunun da aslında en
büyük örneği dedesi. Romanın daha
başında babasızlığın getirdiği adaletsizliği balık-adam olarak çözmeye
çalışıyor. Romanın muhtelif yerlerinde vurguladığı herkes çocuk sahibi oluyor
da eniştem ile teyzem niçin olamıyor sorununun çözümünü de Boynuzlu Maral
Ana'nın boynuzunda getireceği beşikten bekliyor. Orozkul'un zulmüne karşı
hayalinde Kulubeg'e verdirtiyor. Küçük yaşta sorunlarla karşılaşan çocuğun
adalet özlemini görebiliyoruz.
Romanda
göze çarpan bir diğer nokta ise Maral Ana efsanesinin lafzen okuyucuya
anlatılması. Ben bunun boşuna olmadığını düşünüyorum. Efsaneden çıkaracağımız
sonuç şudur ki Çopur Topal Ana'nın kehaneti gerçekleşmiştir. Yani insanlık
kurtarıcısına ihanet etmiştir. Kötülük, (zengin Buğu'nun zengin çocukları)
iyiliğe(ihtiyarlara) galebe çalmıştır. Bunu maralları öldürme yoluyla
yapmıştır. Romanın esas hikayesine baktığımızda ise yine kötülüğün iyilik karşısında
üstün geldiğini görüyoruz. Nispeten daha zengin, en azından zenginliğe özenen
Orozkul'un ihtiyar Mümin dedeyi alt etmesine şahit oluyoruz. Ve bunu yine aynı
maddi yol ile maralları öldürerek yapıyor. Aslında kehanet tekerrür ediyor. Ben
bunu Aytmatovun karamsarlığına yoruyorum. Kötülük geçmişte de iyiliği yendi,
günümüzde de yeniyor. Üstelik aynı rollerle ve aynı metodla!
Romanımızda
tiplerin kötülük ve iyiliği temsil ettiğini söylemiştik. İkinci bir mesaj
olarak aynı tipler devlet ile halkı da temsil ediyorlar. Orozkul o üç hanelik
minyatür ülkede devlet gücünün şahıslaşmış hali. Mümin dede ise halkı
anımsatıyor. Garip, fakir ve itaatkar halkın devlet karşısındaki çaresizliği ve
bağımlılığı anlatılmaya çalışılmıştır. Aytmatovun Sovyet dönemi sanatçısı
olduğu ve Sovyetlerin geleneğe bakış açısını biliyoruz. Burdan hareketle
Orozkul'un marallara saygısızlığını da devlet-halk ilişkisine yorarsak
sanıyorum abartmış olmayız. Yazarın esasında bu ikinci temsilde vermek istediği
mesaj devlet gücünün liyakatsiz ve zalim ellere geçtiği anda ne büyük
felaketlere sebep olabileceğidir. Mümin dede bu bağlamda halkın geçmişi, çocuk
ise halkın geleceğidir. Devlet temsilcisi Orozkul, kendi cebini doldurmak için
halkı yani Mümin'i çalıştırırken dedenin torununu almaya gitmek istemesi
üzerine olumsuz cevap alması Müminin tek hiddetlenişi, tek başkaldırışıdır.
Burasını önemli görüyorum. Ne zamanki devlet halkın geçmişi ile geleceği
arasındaki bağı koparmak istiyor, itaatkar halk o zaman tepki göstermeye
başlıyor.
Alegorik
düşünmediğimiz zaman, çocukla dedenin hayatta birbirlerinden başka karşılıksız
ve gerçek sevenleri olmaması, birbirlerinin yüzlerinden konuşmadan sıkıntılı
olduğunu anlamaları, birbirleri için üzülmeleri ve birbirlerini koruyup
kollamaları okuyucuyu müteessir ediyor. Zaten romanın felaketle sonuçlanmasının
son nedeni de dede ile torun arasındaki iletişimin kopması, çocuğun bu zorlu
hayatta tek dayanak noktasının yıkılması teşkil ediyor.
Değerlendirmenin
başında pasifliği ve kabullenişi yüzünden kızdığımız Mümin dede'nin aksine,
kötülüğe direnişin "kaçış" olarak tezahür ettiği çocuğun, çocuksuda
olsa amacına ulaşma yolunda vefat etmesi çocuğu anıtlaştırıyor. Kitabın sonunda
anlatıcınında söylediği budur. Yazar en sonunda kötülük istediği kadar kazansın
iyilik her zaman var olacaktır diyerek mutsuz ve kötü biten romanın yarattığı
karamsar ortama umut aşılıyor. Aynen aktarıyorum:
"Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşmadığı her şeyi
reddettin. İşte beni teselli eden budur...Bir başka tesellim daha var.İnsandaki
çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez,
gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve
öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır."
YAZAR İLE İLGİLİ
Aytmatov
olay örgüsünü anlatmaya devam ederken romanın devamıyla ilgili küçük ipuçları
vererek okuyucuyu sonucun nasıl gelişeceğini merak etmeye zorlar. genel sonucu
ve esbabı söyleyip dügüme meraklandırır. Sayfa 52'de şöyle ki:
"Kısa hayatında onu yeni yeni olayların beklediğini,
bir gün bu dünyada yapayalnız kalacağını, çantasından başka bir şeyi
olmayacağını da bilmiyordu çocuk. Bütün bunlara sebep çok sevdiği 'Boynuzlu
Maral Ana' masalı olacaktı."
Aytmatov
gelenekçidir. Hemen her eserinde masallar, efsaneler, tarihi hikayelerin
alegorisini ve türkülerin hissiyatını
kullanır. Romanlarında eski efsanelerden motifler azımsanamayacak kadar yer
tutar. Boynuzlu Maral Ana efsanesi ve romanında muhtelif yerlerinde geçen
türküler, gelenekler...
Aytmatov
yetişkin bir erkek yazar olmasına karşın romanlarında anlatıcıları yahut
başkarakterleri kendi benliğine uzak şahsiyetlerden seçer. Örneğin bu romanda
başkarakter bir çocuktur. Çocuk hissiyatini yaşamak ve onu öyle aktarmak
gerekir. "Dişi kurdun rüyaları" adlı eserinde bir kurdun kafasından
aktardığı olmuştur. "Toprak ana" eserinde genç bir kadının gün gün
yaşlanmasını ve yaşadıklarını kahraman bakış açısıyla anlatır. Tüm bunlar
Cengiz Aytmatov'un gözlem ve aktarımdaki yetkinliğinin ispatıdır.
Cok guzel tahlil edilmis tesekkur ederim ellerinize saglik cok yardimci oldunuz
YanıtlaSilBir faydam dokunduysa ne mutlu :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
Silya bu kesin doğrumu acaba
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
Silorozkul ve bekey teyze adıyla geçmektedir romanda yani hiçbir yanlışlık yoktur kitabı bizzat okudum
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilOlay örgüsünü de söyleyebilir misiniz lütfen
SilTemasi nedir acaba ?? Ve turur ?
SilGayet iyi...
YanıtlaSilemeğinize sağlık.
YanıtlaSilbu kitapla ilgili iyi bir tahlili nerde bulabiliriz
YanıtlaSilbilmiyorum :D
SilEmeğimize saglik
YanıtlaSilBen Begendim Sayılmaz
YanıtlaSilben pek cok begenmedim
YanıtlaSilEmeğinize sağlık çok işime yaradı
YanıtlaSilYazarın konuya bakış açısı nedir
YanıtlaSilİSMİ BAŞKA NE OLABİLİRDİ???
YanıtlaSilak gemi
SilBence hiç fena bir kitap değil
YanıtlaSilMetin bulut ttsbl
Bravo gercekten tatmin edici bir tahlil olmus cok tesekkur ediyorm emegi gecen herkese
YanıtlaSilBok gibi aq
YanıtlaSilBu ne lan boyle
ozaman okuma
SilKitabın yazıldığı dönem soylermisiniz
YanıtlaSil1331
SilKitabın yazıldığı dönem soylermisiniz
YanıtlaSilKitabın yazıldığı dönem soylermisiniz
YanıtlaSilGuzell
YanıtlaSilİlk 80sayfa sıkıcı ama o sayfaları geçince harika bir romana dönüşüyor
YanıtlaSilbok gibi bok dil ve anlatım diyor söyle işte anlatımı ne bi saat yazmıssın tek bir kelimeyle anlat
YanıtlaSilbeğen bediysen sen yaz
SilÇok güzel emeğe saygı
YanıtlaSilBekey teyze için maral Anadan nasıl bi beşik istemiştir
YanıtlaSilÖzenle emek verilmiş bir tahlil olmuş.. Teşekkürler...
YanıtlaSilVallaha mükemmel yani tek kelimeyle emeği geçen herkese tesekkurler
YanıtlaSilBence iyi olmuş
YanıtlaSilÇok iyi
YanıtlaSilEfsane olmuş çok teşekkür ederim♥
YanıtlaSilBEYAZ GEMİ HIKAYESININ TEMASINI DA YAZAR MISNIZ RICA ETSEM
YanıtlaSilAnlatıcı ne peki?
YanıtlaSil