İnsanı
insan olduğu için sevmek insanlıktır. İnsanı kendi kanından olduğu için sevmek
ise ırkçılık. Biz milliyetçiler, "Yaradılanı sevdik Yaradan'dan
ötürü" diyen Yunus Emre'lerin; "Gel ne olursan ol yine gel" diyen
Mevlana'ların yoğurduğu kültürün sahiplenicileri olarak tanımlarız kendimizi.
Nasıl ki 40 yıl önce ağabeylerimiz komünist güruha karşı kalem ve kılıç ile
savaş verdiyse bugünün savaşı da bu ön kabuller ve tanım çerçevesinde
beynelmilelciler, tatlı su hümanistleri ve sözde demokratlara karşıdır.
Yaradılan'ı
Yaradan'dan ötürü sevme anlayışı Batı ile değişik sahalarda yaşadığımız 700
yıllık çarpışma sonucu aydın kesimin geçirdiği bunalım ile yozlaştı. "Milletim nev-i beşerdir, vatanım ruy-i zemin" dizesiyle
özetlenebilecek boyut ile bu yozlaşma ilk sağlam adımını attı. Bu durum 10 yıllık
büyük bir ölüm kalım savaşından çıkan ve kendinden başka müttefik bulamayan
bir milletin kendi milliyetçiliğine düşman olması ile günümüze kadar geldi.
Asla kendisine saldırılmasını beklemeyen Türk milliyetçileri ise kendilerini
savunma durumuna düştüler ve bir milletin efradının neden milletini sevmesi ve
onun kültürünü yüceltmesi gerektiğini anlatmak gibi saçma ve gereksiz bir
kavganın içerisine girmek zorunda kaldılar. Bu kavga
Erol Güngör, Cemil Meriç, Galip Erdem, Nevzat Kösoğlu gibi güçlü
kalemlerle sağlam bir şekilde verildi ve
malum tafsilatlı olarak ilan edildi.
Bizim
anlatmaya çalışacağımız nokta; günümüzde "Neden milliyetçi olmalıyım?"
diye kendisine soran iyi niyetli akranlarımıza, ve milliyetçiliğe antitez olarak "Küreselleşen
dünyada ne milliyetçiliği" tarzı muhtelif yorumlara karşı bir bildiri
niteliğinde olacaktır.
Öncelikle neden milliyetçi olmalıyım gibi bir soru yoktur. Milliyetçi kendini Türk hisseden ve Türk kültünün geliştirilmesi için çalışana denir. Tanımın içindeki "his" kelimesi önşarttır. Nasıl ki aşık olmak bir his işidir ve nedensizdir. Önündeki engelleri tanımaz, ne olursa olsun o aşkı kendi içinizde yaşarsınız; neden aşığım gibi bir soru sorup kendinize sebep aramazsınız. Milliyetçilik de milletini sevmek ve kendini Türk hissetmek ise sonradan cevaplanan sorular ile ikna olmak söz konusu değildir. Yani siz aklınızı kontrol edebilirsiniz ancak duygular kontrol edilemez. Heyecanlı iseniz mevcut bulunduğunuz durumun heyecanlanacak bir durum olmadığını kendinize akli kanıtlar ile telkin ederek heyecanınızı yatıştıramazsınız. Bu piramitte önce duygu sonra düşünce, önce his sonra akıl gelmektedir. Hissi işin içine kattığımız için bilimsel olmadığımızı iddia edenler olursa eğer; milliyetçilik sosyolojik bir olgudur. İnsanın ana araştırma konusu olduğu bir bilim dalında hissi dikkate almak mı daha bilimseldir yoksa almamak mı? Cevabınız sizin bilimselliğinizi belirleyecek.
Öncelikle neden milliyetçi olmalıyım gibi bir soru yoktur. Milliyetçi kendini Türk hisseden ve Türk kültünün geliştirilmesi için çalışana denir. Tanımın içindeki "his" kelimesi önşarttır. Nasıl ki aşık olmak bir his işidir ve nedensizdir. Önündeki engelleri tanımaz, ne olursa olsun o aşkı kendi içinizde yaşarsınız; neden aşığım gibi bir soru sorup kendinize sebep aramazsınız. Milliyetçilik de milletini sevmek ve kendini Türk hissetmek ise sonradan cevaplanan sorular ile ikna olmak söz konusu değildir. Yani siz aklınızı kontrol edebilirsiniz ancak duygular kontrol edilemez. Heyecanlı iseniz mevcut bulunduğunuz durumun heyecanlanacak bir durum olmadığını kendinize akli kanıtlar ile telkin ederek heyecanınızı yatıştıramazsınız. Bu piramitte önce duygu sonra düşünce, önce his sonra akıl gelmektedir. Hissi işin içine kattığımız için bilimsel olmadığımızı iddia edenler olursa eğer; milliyetçilik sosyolojik bir olgudur. İnsanın ana araştırma konusu olduğu bir bilim dalında hissi dikkate almak mı daha bilimseldir yoksa almamak mı? Cevabınız sizin bilimselliğinizi belirleyecek.
Milliyetçilik
bir sevme ve sevdiği uğrunda ter dökme onun uğrunda çalışma işidir. Maşuk ise
milletin muhtevası ve onun kültürüdür. Milletinin maddi manevi ihtiyaçlarını
karşılama aracı olan kültürü münevver nezdinde geliştirme ve onu halka aktarma;
halka ne istemesi gerektiğini öğretme değil onun esas isteklerine uğraşmadır
kültürü yüceltmek. Bunun birtakım araçları vardır. Tarih boyunca bir bayrağın
peşinde giden ve bayrağın dalgalanmadığı toprağı vatan kabul etmeyen Türk'lerin
birincil ihtiyacı her zaman için devlet olmuştur. Tabiri caizse müslümanın
cenabet dolaşamadığı gibi Türk de devletsiz rahat edemez. Bunun faydacı ve
bürokratik sebeplerini bir tarafa bırakırsak, yukarıda zikrettiğimiz kültürü
koruma işlevini 2700 yıllık Türk tarihinde 20. asra kadar ancak Devlet
yapmıştır. Türkler için devlet, kültürü korumak için vardır. Devlet milletin
somutlaşmış halidir ve millete karşı yapılan saldırıları bir kalkan olarak
devlet göğüsler. İşte 2700 yıldır kabul edilen bu anlayış sebebiyle Devlet Türk
milliyetçileri için kutsaldır ve milleti için çalışmak isteyen, onun yücelmesi
için uğraş veren her fert bunu devlet aracıyla yapar. Esasında bu saydığımız, anlatmaya çalıştığımız her şey kültürdür zaten. İşte Türk milliyetçileri kendi
kültürünü anlatmak zorunda bırakılma gibi trajik bir davanın neferleri durumuna
düşürülmüştür.
Milliyetçiliğe
karşı küreselleşmeyi antitez olarak sunanlar için bir sorumuz olacak.
Küreselleşme dediğimiz kavramı kültür meselesinde mi algılamalıyız yahut
medeniyet çatısında mı. Kültürün tanımını yukarıda yaptık. Bu tanıma kültürün, kimlik sahibi ve milli bir mefhum olduğunu ekleyeceğiz. Medeniyet bir kalıba oturtulmuş değildir. Bilgisayar her millet için aynıdır. Matematikte milli farklar yoktur.
Bilim yerel farklılıklar sonucu bir şekle girip yöreye göre biçim almaz.
Türkiye için her zaman tartışma konusu bu olmuştur zaten. Batılılaşma konusu
tartışılırken "Batının tekniğini almalı iken ahlakını aldık"
klişesinin kaynağı bu kültür ve medeniyet ayrımı noktasıdır. Türkiye toplumu
hakkında kıymet hükümleri verirken mutlaka sahip olunması gereken donanım, kültür ve medeniyet kavramlarına vakıf olmaktır. Sağcı-solcu,
milliyetçi-beynelmilel... gibi dünya görüşlerinin Türkiye'deki kaynağı işte tam
bu nokta.
Kültür
ve medeniyet hakkında küreselleşme manasında yanıldığımız bir diğer önemli husus
ise yeni ve eski meselesidir. Çok defa milliyetçilerin "gerici" diye
yaftalanmalarının sebebi burasıdır. Dikkatinizi çekerim: Medeniyet dikey bir
binadır. Üzerine konulan her yeni parça onu büyütür, yüceltir. Otomobil at
arabasından iyidir, yeni bir iletişim aracı olan telefon mektuptan iyidir, yeni
bilimsel keşif eskisinin üstündedir, yeni bir icat hayatı kolaylaştırır
eskisinden kullanışlıdır vb. Yani yeni olan her şey medeniyet alanında hep ileri
istikamettedir. Ancak kültür konusunda yeni her zaman iyi demek olmayabilir.
Kültür yatay yapılı bir mekanizmadır. Onun ilerlemesi değil güzelleşmesi
gerekir; ki kimi zaman eski olan kültür aygıtı yeni getirilenden daha güzeldir,
bu yüzden eskisi tercih edilir. 16. asırda yapılan Süleymaniye Camii günümüzden 500
yıl önce yapıldı, mimari teknik olarak günümüzden geri idi ancak estetik olarak
günümüzden ileridir. Şeyh Galip 18. asırda yaşamış olan bir şair olup günümüz şairlerinden
eski olmasına rağmen şiirleri çok daha güzeldir.
Yeni
dediğimiz şey daha biz onu yeni olarak tanımlarken bile yeni olmaktan çıkıp
eskiler arasında sonuncu olmuştur bile. Milliyetçiliği reddetmek; bir ayağını
eskiden, kadimden çekmek bütün bir kültür ve tarihi red manasına gelir. Tarih şuuru milliyetçilerde bu yüzden yüksektir. Milliyetçiler her anın eskiye
karıştığı zaman denizi içerisinde, zenginliğinden faydalanacağı bütün bir
birikimi kucaklar. Beynelmilelcilerin kültür-medeniyet ayrımını yapmamaktan kaynaklanan eskiye külliyen sırt
çevirmeleri veya iyimser tabirle kültürü ve eskiyi yeterince önemli bulmamaları
biz milliyetçiler ile aralarındaki en büyük farklardandır.
Milliyetçiliğin
karşısına küreselleşmeyi koyanlara karşı melalimizi bir türlü anlatamadık. Bu
yüzden hep gerici damgası yedik ve bu yaftadan hiç bir gün gocunmadık. Kültür
meselesinde bugünkü yozlaşmaya karşı "gerici"liği bir şeref madalyası
gibi taşıdık. Küreselleşme dediğimiz şey mesafelerin kısalması, iletişim
imkanlarının artması bunların sonucu olarak ekonomik, ticari ilişkilerin
artması ve kolaylaşması idi. Ancak ne zamanki televizyonlar evimizin
başköşesine geçti, o dikdörtgende gösterilen "imrendirici" hayatlar,
yoğunlaştırılmış yaşam telkinleri ve dayatılan
popüler kültür küreselleşmeyi bir kültür istilasına çevirdi. Küreselleşme
denilen şey Batı kültürünün herkesin evinin içine izin almadan girmesi haline geldi. Faydası olduğu için değil herkesde olduğu için alınan televizyonlar, yine faydası için değil herkes izlediği için izlenen programlarla insanları uyuttu. İnsanlar hem bu uyuşukluktan ötürü hem de toplumdan dışlanma korkusuyla bu düzene aykırı davranmadılar ve kabul ettiler.
Yeni küresel düzen şehirde idi. Sanayileşmesini tamamlayamamış tarım toplumlarında zorunlu şehirleşme ve köyden şehire göç bir kültür ikilemi yarattı. Şehirler içerisinde bambaşka kültürleri ile varoşlar ve gettolar oluştu. Bizim gibi ne sanayi toplumu olabilmiş ne de tarım toplumu olarak kalabilmiş milletlerde bu ikilem ve istila kaçınılmaz bunalımı getirdi beraberinde. Ve işte bugün en temel değerleri bile tartışır duruma gelmiş bulunuyoruz.
Yeni küresel düzen şehirde idi. Sanayileşmesini tamamlayamamış tarım toplumlarında zorunlu şehirleşme ve köyden şehire göç bir kültür ikilemi yarattı. Şehirler içerisinde bambaşka kültürleri ile varoşlar ve gettolar oluştu. Bizim gibi ne sanayi toplumu olabilmiş ne de tarım toplumu olarak kalabilmiş milletlerde bu ikilem ve istila kaçınılmaz bunalımı getirdi beraberinde. Ve işte bugün en temel değerleri bile tartışır duruma gelmiş bulunuyoruz.
Küreselleşme
sınırları kaldırdığını iddia etti. Nitekim ticarette gümrük anlaşmaları ve
televizyon-internet ile bunu başardı. Ancak bizim lafızlarda yaşayan aydın
büyüklerimiz "sınır yoksa devlet yok, devlet yoksa millet yok!"
dediler ve küreselleşmenin -Tarık Buğra'nın tabiri ile- "tabii
müttefikleri" olarak devlete de millete de düşman kesildiler. Küreselleşmenin
yılmaz savunucusu iken kültür istilasının da müdafileri olduğunun farkındalar mı
bilemiyorum. Ancak nasıl ki biz "Batı'nın iyi yanlarını almalıydık"
diyerek büyüdü isek bizden sonraki nesillerde "Küreselleşmenin iyi
yanları..." meselesini tartışacaklar sanıyorum. Ve bu tartışmanın
muhtevası: milli kültür, kültür istilası, popüler kültür, milliyetçilik ve
bağımsızlık olacak.