Kararı
kesindi bu sefer. Sade sınav dönemleri, o da yalnızca geceleri olmak üzere
kapısından geçtiği üniversitesinde artık düzenli bir öğrencilik hayatı yaşamayı
kararlaştırmıştı. Her gün defterini kalemini çantasına koyup sıradan bir
öğrenci gibi derse girmek, not tutmak, akşam da günün yorgunluğuyla kendisine
yemeğini hazırlamak istiyordu. Hayatı; geceleri roman okumak, gündüzleri ise pencerelerine alüminyum folyo çekerek kararttığı kasvetli odasında uyumak, çay ve makarna ile günlerini geçirmekten ibaretti. Ama bugün sabah okula giderek bu hayatı değiştirmek için ilk adımını atacaktı. Bu ilk adım sağlam olmalıydı.
Her
seferinde böyle olurdu. Son iki yıldır
yalnızca sabah sınav olduğu günler ve memlekete dönüş otobüsüne yetişmek için
erken uyanmıştı. Tıpkı o günler gibi gece rahat uyuyamadı. Kalkması gereken
belli bir saat varsa; isterse bin tane alarm kursun mutlaka saatte bir uyanır,
uyuduğu zamanlarda da erken kalkmakla ilgili rüyalar görürdü. Son bir saati
uyuyamasa da kalkma vakti gelmişti. Evde çok vakit geçirmeden soluğu okulda
aldı. Poğaça ve çayla 5 dakikada kahvaltısını yapıp kalan yarım bardak çay ile
günün ilk sigarasını içerek derse girmeyi planlıyordu. Bu sürede bir iki
tanıdık da görürdü herhalde. Serin rüzgar hafifçe yanaklarından süzülürken
sigarasından ilk dumanı üfleyerek arkasına yaslandı. Gelmek için kendini
saatlerce motive ettiği bilim yuvasının özeti burasıydı işte:
Sözde
ekonomik özgürlüğü en çok garanti eden mesleklerden biri olmasına rağmen hukuk
fakültesinin kantini koca bulmak için ne giyeceğini, nasıl yürüyeceğini şaşıran
üst sınıf kızlarla doludur. Bunlardan
kalan populasyon kıyafet ve aksesuarlarında pembe tonların ağırlıklı olduğu ve
mutlaka spesifik bir kabın içindeki koca koca telefonlarını ellerinde
dolaştıran büyük çantalı tiki kız gruplarıdır. Bunlar günlerini ayna karşısında
"kaç derece kaç dakika kaç saniyelik açı ile kameraya bakarsam instagrama
daha iyi bir selfie koyabilirim?" sorusunun cevabını arayarak geçirirler.
Kalan vakitlerinde ise buldukları cevapları hayata geçirirler. Dış dünya ile
çok ilgilenmezler, kendi habitatları vardır. Bilge'nin en çok merak ettiği
şeylerden biri ise Allah'ın ikinci
gruptaki bu kızlara niçin sabrettiğidir.
-
Hikmetinden sual olunmaz; verdiğin ruhu öldürdüler akıl zaten onlara lazım
değil, dünyada yer işgal ediyorlar ya sen bilirsin Allah'ım.
Bir A4 büyüklüğünde kağıdın bantlanabileceği
herhangi bir düzlem asla çıplak kalamazdı. Çünkü aylarca Türkmenelini inim inim
inleten IŞİD için tek bir cümle söylemeyen üniversitemizin özgürlük melekleri,
bir ay önce adını duysalar çiğ köfte markası sanacakları Kobane'nin aynı terör
örgütü tarafından kuşatılması medyada
yer bulunca tam donanımlı birer aktivist kesilip afiş ve bant ile emperyalizme
karşı savaş vermekteydiler.
Birden
kantinin ortasında dünyanın en kapitalist şirketlerinden birinin üretimi olan
laptoplarını, devletin sunduğu elektrik ile çalıştırarak bazı sol marşlar çalıp
halay çekmeye başlayan iki kişi peyda oldu. Bilge tahmin etti ki halay çekmek
de devrimci eylemlerden biri. Çok da eğlendiklerini sanmıyordu. Herhalde
parkaları ile simgeleştirdikleri protest hayatlarının rutin bir dışavurumu
olmalıydı bu... Halaycılar 4,5 dakikalık performanslarını sıradan bir final ile
noktalayıp laptoplarının olduğu masaya geçtiler. Önlerindeki pankartta
"Öcalan ve diğer devrimci tutsaklara özgürlük" yazıyordu. "Halay
çekmekle beraber bebek öldürmek, köy yakmak veya okul bombalamak da devrimci
eylemler herhalde. Allah topunuzun belasını versin." diye düşündü Bilge sigarasını söndürürken.
Amfiye doğru yöneldi...
-
Dersimize Cemal Süreya'dan bir kaç dize ile başlamak istiyorum arkadaşlar.
"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı..."
Dedi,
kır saçlı, uzun sakallı, yaz-kış deri yeleğini gömleğinin üstünden çıkartmayan,
dar kot pantolonlu hoca. Davudi sesi öğrencilerini etkiliyordu. Tabi o da ekmeğini sonuna kadar yiyecekti
yeteneğinin, ve devam etti:
-
Modernizm bütün kutsallıkları, dini ortadan kaldırıp yalnızca pozitivizmin
ışığı ile yeni bir dünya kurduğunu iddia etti. Rasyonelite Tanrı'yı ortadan
kaldırdı. Onun hurafelerini komik duruma düşürdü. Artık herşeyin ölçüsü akıl!
Ama bu ütopyanın bir istisnası var arkadaşlar. Modern devletin unuttuğu,
-unutmasının işine geldiği diyelim- bir kutsallık öbeği daha. Nedir
arkadaşlar?...
"Milliyetçilik"
diye mırıldandı Bilge, büyük şevk ile açtığı defterine tek satır not almaya
değer bir cümle bile bulamamanın ve bulamayacağını anlamanın verdiği iç
sıkıntısıyla. "Şu hareketlere, şu tonlamalara bak. Sanki Amerika'yı
keşfetti pezevenk. Her şey etiket her şey! Ne güzel dünya! Sen üst perdeden
anlat , araya birkaç ne idüğü belirsiz dize serpiştir. Sonra da gece için seç
bakalım sana hayran hayran bakan ahmaklardan bir çift göz!". İç dünyasını kaynatan tiksinme duygusu okulun kapısından girdiğinden beri dalga dalga artıyordu.
-
Vatan, millet, şehitlik! Bunlar geleneğin son kalesidir arkadaşlar. Evrimin son
halkası devlet teorisinde yarattığı değişmeyi dine karşı kazandığı zaferle
taçlandırdı. Post-modern anlayış ise bunun döküntülerini temizlemeye
muktedirdir!
Bilge
daha fazla dayanamadı. Beyninin duyguları düzenleyen bölümünde iğrenme, tiksinme ve öfke üçlemesinden başka tek bir kırıntıya yer kalmamıştı. Yüzündeki damarlar çatlayacak kadar gerilmişti.
Gözyaşlarını tutmakta zorlanan kasları çantasını kaldırmakta başarılı oldu neyseki.
Çantasını sağ koluna takıp sınıftan ayrıldı. Binadan dışarı çıktığında
sigarasına hareketlendi. Hızlı hızlı çekip bıraktığı her bir nefeste içine
çektiği tütün sinirlerini biraz daha yumuşatıyordu. Düşünüyordu, düşündükçe
bildiği bir çok şeyin yalan olduğunu anlamaya başlıyordu.
"Birincisi,
devletin tanımının az önce modernizmin manifestosunu dinlediği derste
anlatıldığı gibi olmadığı gerçeğiydi. Devlet vatan saydığımız toprak parçasının
üzerinde bulunan, egemenlik denilen ne olduğu, özgürlük ve demokrasi kalıpları
ile içi nasıl doldurulduğu belirsiz bir mefhuma sahip insan topluluğunun
oluşturduğu aygıt değildir. Devlet, devleti oluşturan insan topluluğunun hukuk
diyerek somutlaştırdığı töresinin, kayıtsız şartsız uygulandığı yerdir. Devlet
milletinin kültürünün korunduğu, maddi veya manevi olmak üzere kültür
unsurlarının her türlü saldırıdan muhafaza edildiği toprak parçasında ancak
mevcuttur. Bilge'ye göre üniversite kampüsü vatan değildir. Burada devlet
yoktur. Burası kültürünü ithal fikirlere yahut fikirsizliğe tercih etmiş
gençlerin üniversite binasından ölümüne atıldığı, satırlarla kovalandığı,
kimisinin sokak kanunlarıyla kapısından içeri alınmadığı bir yerdir. Burası
bilim diyerek dinsizlik, milletsizlik aşılanan bir bölgedir. Burası terör diye
bir kavramın bulunmadığı bir suçsuzluk alanıdır. Burada devletin esamesi bile okunmaz.
Ancak isminin başında "katil" sıfatı varsa adı anılabilir. Buranın kuralları böyledir."
Aklında
bu düşünceler yavaş yavaş yer ederken kendini evine giden sokağa girmiş halde
buldu. Sokağın girişindeki marketten iki paket polo mavi alıp 2. kattaki evine
çıktı. Bilge eski hayatına geri dönmeyi tercih etmişti. Bilge bu savaşta
yenilmişti. Bilge bir yandan gücünün bir günde tükenmesine utanıyor bir yandan
hala savaşan fikir kardeşlerine bütün samimiyetiyle saygı duyuyordu.
- Allah
yardımcıları olsun...