27 Eylül 2014 Cumartesi

"Sokakta" hakkında bazı düşünceler

                SOKAKTA-BAHAEDDİN ÖZKİŞİ

                Bahaeddin Özkişi; Türkiye'de tarih şuuru ve milli bilinç sahibi her düşünür ve yazarın farkında olduğu, dikkat çekmek istediği en önemli mesele olan batılılaşmayı alışılmadık bir tarzda romanlaştırmıştır. Bir cinayetin etrafında geliştirdiği olaylar, konuşturduğu karakterler ortaya bir çatışma koymaktadır. ONLAR ve insanlar. Ancak insan dediğimiz ne tabii müttefiklerdir, ne de çocukluk arkadaşının belirttiği gibi yalnızca etten oluşanlar. Savaşın tarafı ruh sahibi olan insanlardır.

                Çatışma ilk insanın yaratıldığı zaman başlamıştır. Allah en sevmediği duygu olan kibiri gördüğü ONLAR'a karşı şerefli insanı yaratmıştır. ONLAR ise insanın yaratılma sebebini insandan almaya çalışmaktadırlar. Allah'a imanı insanın elinden almaya çalışmakta, onu şerefli yapan her özelliği ondan koparmaya azmetmektedirler. Bu savaş; ne batılılaşmayla başladı ne de onunla bitecektir. ONLAR gün olmuş Firavun olarak cisimlenmişler, gün olmuş Nemrut olarak ateş yakmışlardır. Şu anda da onların adı DEĞİŞİMdir. Değişimin yönü Batı'dır. Avrupalılaşmaktır. ONLAR'ın cisimlendiği DEĞİŞİM ilginçtir ki ONLAR'ın varlığını kabul etmez. İlk bakışta çelişki gibi görünen bu durum aslında akıllı bir oyunun eseridir. Çünkü en büyük düşmanın varlığını bilmediğin-kabul etmediğindir. Kendini savunamayacağın tek düşman odur.

                Yazar vatanı sokak'la yoğunlaştırmıştır. Ülke'nin geçirmeye devam ettiği DEĞİŞİM sokağa giren yüksek ökçelerin sesleriyle başladı diyerek tasvir eder. Yüksek ökçeler önce herkes tarafından alaya  alınsa dahi kadınların içinde sinsice gelişen bir tohum oldu DEĞİŞİM. Çünkü eğitim eksikti, çünkü iman taklidiydi, çünkü kadının örtüsü yalnız eti örtmek manasına daraltılmıştı. Bu DEĞİŞİM ile ev ev çarpışıldı ve DEĞİŞİM bazı mevziler kazandı, bazı muharebelerden galip ayrıldı. En sağlam mevzisi de küçük bey'in konağı idi. Bunun karşısında ise Tesbihçi ve Çocukluk Arkadaşı vardı. Küçük Bey'in DEĞİŞİM savaşında devlet gibi güçlü silahları varken, Tesbihçi ve Çocukluk Arkadaşı'nın arkasında zayıf ve şuursuz bir yığın insan ve yıkılmamış son kaleler olarak mescid ve evliya kabri vardı. Yazar işte vatanı böyle yorumluyordu.  En can alıcı yerlerden birisi ise Küçük Bey'in "Tesbihçi'nin arkasındaki insanlarda Tesbihçi'nin imanının onda biri olsaydı ben bu savaşı çoktan kaybetmiştim." beyanıdır.

                Cinayetin hikayesini özetlemiyorum. Çünkü yazarın söylediği gibi bu hikayede olayın başı sonu ortası önemli değil. Yine onun söylediği gibi bu hikayeye kendinize göre bir son yazabilirsiniz. Bu hikayede çatışma önemli, taraflar önemli, fikirler önemli. Yazarın DEĞİŞİM karşısında ortaya koyduğu tez, bunu destekleyici binbir örnek aslında sadece şunu anlatmak istiyor. Ah bir imanımız tam olsa. Başka hiç bir şey değil. Yoksa Avrupa medeniyeti bir hastalıktır. Bir gün yıkılacaktır. ONLAR'ın cisimleneceği özne sonsuza kadar Avrupa olmayacaktır. Biz savaşın tarafını unutmamalıyız. Ama şu an ki düşmanımıza karşı da donanımlı olmak gerektir.  Fikren maddeciliğin niçin ayakta kalamayacağını köklerimize hafif bir gözatmayla çözebilmeliyiz. 20. yüzyıl insanının maddecilik, pozitivizm adı altında dinleri yok etmeye çalışıp nasıl ideolojileri din haline getirdiğine şahit olmalıyız. Sekülerizmin komikliğini idrak etmeliyiz. İnsanın iman açlığına ne zelil yollarla gidermeye çalıştığına tanık olmalıyız.

                Son olarak Avrupa'nın maddece gelişmiş olmasına aldanmamalıyız. Maddece gelişmek elbette terakkinin bir kalemidir. Ancak "tek bir rota var o da Avrupa anlayışı" dar bir bakış açısıdır. Yeni olan her şey güzeldir, ileri olan her şey Avrupa'dır anlayışından kurtulmak gerekmektedir. Nasıl ki üzerinizdeki eski takım elbiseniz yerine yeni soytarı elbisesi giymeyi reddedecekseniz, bu kavramları da aynı şekilde reddetmeniz gerekir. Avrupa milletini ilerleten yöntem ve usül aynı şekilde bizi de ilerletecektir zihniyeti de yine dar bir bakıştır. Her milletin kendine has özellikleri vardır. Kendi yaşayış tarzı, hayatı yorumlayış biçimi farklıdır.  Bu tıpkı soğuk iklim toprağında tropikal meyve yetiştirememek kadar açıktır. Üstüne üstlük denenmiştir de....
               

                İlginç olan romanda hiç özel isim kullanılmamıştır. Karakterler: Komiser, Doktor, Çocukluk arkadaşı, kaatil, Gülüm, Küçük Bey gibi lakaplardır. Gülüm isim gibi gelebilir ancak çocukların kıza taktıkları lakaptır. Kitap Bahaeddin Özkişi'nin dünya ve Türkiye'nin evrensel ve aktüel sorunlarına karşı düşüncelerini bir cinayet çerçevesinde anlattığı bir romandır. Özellikle Çocukluk Arkadaşı'nın tiradları tekrar ve tekrar okunmaya değer kıymettedir.Polis kendini rüzgara kaptırarak aslından uzaklaşmıştır, onun modernistliği ancak taklididir. Süreç onu çocukluk arkadaşından nöbeti devralacak kadar pişirmiştir. Polis, "geriye dönerek ilerlemiştir". Doktor ise sekülerizmi temsil eder. Akıl; onun için yalnızca rasyonel olandan ibarettir. Fakat şahit oldukları onu seküler anlayıştan kurtarmış, modernite ve pozitivizmin yetersizliğini anlamasını sağlamıştır.


                     Beğendiği cümlelerin altını çizen okuyucular için hemen her sayfada mutlaka çizilecek bölümler mevcut. Felsefi yorumlar, kesin değer yargıları ve değişimci düşünceye karşı çürütmelerin bolca bulunduğu bir roman. Aynı zamanda cinayet tahkikatı da bu fikri tartışmaların gölgesinde kalmayacak derecede sürükleyici.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder