Öğrenciler
okulun bahçesinde müzik açmış eğlenirken "Bunda mutlu olunacak ne var bu
kadar?" diye düşünmekten kendini alamıyordu. Öğrencilerin başarılı
olabilmesi için okula gitmemesi gereken liyakat düzeninin sonucu olarak
devamsızlık ve rapor haklarını saklayan 12. sınıf öğrencilerinin bu hakları
kullanmak üzere okula son gelişleriydi. Bunu da kutlamaktan geri kalmıyorlardı.
Okul
binalarının iki kenarını çevrelediği
geniş okul bahçelerinde toplanmış öğrenciler sürü psikolojisinin ve son
gün olmasının etkisiyle işi biraz abartmışlar hatta bütün lise dönemi boyunca
otoritesiyle bilinen müdür yardımcısını asker uğurlama eğlencelerinde yapıldığı
gibi havaya atıp tutmaya başlamışlardı. Onur iğrenerek bakıyordu hepsine.
Ayrılığın olduğu yerde eğreti duran birşey varsa o da mutlu olmaktı ona göre.
Her yerde her durumda mutlu ve neşeli olmak haksızlıktı. Olayların ve
duyguların hakkı verilmeliydi. Nasıl cenaze evinde kahkaha atarak gülmek
çıkıntı duruyorsa ayrılık durumu yaşanırken de sevinçli olunmamalıydı. Ve şu an
okul bahçesindeki tezat durumun hakkı da öfkelenmekti. O da öyle yaptı.
Okulun
içerisine girebilmesi için önce eğlenen kalabalık grubu yarması gerekiyordu. O
kolay işti ancak ayakları her zaman ki gibi yedi ay önce ayrıldığı sevdiğinin
olduğu taraftan geçmeye yöneldi. Aptallıktı, yolu daha da uzatıyordu bunların
farkındaydı ama ayrılık cenderesi içerisindeyken bunlar umrunda değildi. Okula
girmekteki amacı neydi ki sanki. Sigara içmek mi? Sözde sebep oydu ama 10
dakika önce içmişti zaten. Ona
yakınlaşmak, ona kendini göstermek, 7 ay sonra belki kokusunu duymak için bir
bahaneydi sadece.
Girdi
okula. Tuvalete doğru yönelirken arkadaşlarıyla karşılaştı. Arkadaşları Onur'un
suratını o halde gördükleri anda anlarlardı zaten ne olduğunu ve ne olacağını.
Kalabalık olmamak gerekti. Bir kişi
verilirdi yanına ve diğerleri de keyifleri kaçmış bir şekilde
beklerlerdi. Ömer'le birlikte girdiler tuvalete. Birer sigara yaktılar. Ömer
tedirgindi. Birazdan olacak şeyleri tahmin edebiliyordu. Ne yapması gerektiğini
biliyordu ama esasında çok da yapacak birşey yoktu. Üzülüyordu arkadaşına.
Merve de onun arkadaşıydı. Hatta tanışmalarına o vesile olmuştu ama Onur'un bu
hale geleceğini bilseydi kesinlikle yapmazdı
bunu.
Ömer bu
düşüncelerdeyken Onur bir anda kendini tuvalet kabinine kapattı. Olacağı belli
olan şey olmaya başlamıştı. Son yarım saattir sağ bacağı seğiriyordu zaten
Onur'un. Son on dakikadır ise elleri titriyor ve kanı çekilmeye başlıyordu
yavaş yavaş. Kalbinin atışlarını duymaya başlamıştı yavaş yavaş. Arada bir
göğüs kafesi sıkışmaya ikişer saniyeliğine nefes alamamaya başlamıştı. İşte
bunların hepsi haberciydi. Arkadaşları da bunu bildikleri için bir kişiyi
gönderirlerdi yanına. Çok kişi olurlarsa eğer Onur'un kendini o halde gösterip
kötü hissedeceğini biliyorlardı. Kendine zarar vermemesi için bir kişi sadece.
Kabinin
içine girmeliydi Ömer. İçerden bastırılmaya çalışılan inlemeler ve bağırmalar
geliyordu. Her an kafasını duvara vurabilir. Yumruk atabilir kapıyı kırabilir
kendine zarar verecek birşey yapabilirdi. Çünkü arkadaşı kendine engel
olamıyordu nöbetlerinde biliyordu bunu. Bu öfke patlamalarını 1 sene önce ilaç
tedavisi ile çözmüşlerdi ama olağanüstü durumlarda Onur'un kafasının içinde bir
yerlerden çıkıyordu işte. İdare etmek
zorundalardı. Onur da arkadaşları da.
Yan
kabine girdi Ömer, duvarın kenarındaki musluğu kendine basamak yaptı ve
tırmandı. İki kabini birbirinden ayıran duvarın tepesine çıkmıştı. Ordan
Onur'un olduğu kabine atladı hemen. Bir kaç yerini kesip çizmişti ama olsundu o
kadar. Onur kapıya yaslanmış şekilde acınacak haldeydi. Gözleri kıpkırmızıydı.
Ağlamamıştı ama gözpınarlarında ne kadar gözyaşı vardıysa akıtmıştı olanca
suratına. Kalp atışları o süre içerisinde çok hızlandığı için kolları ve
bacakları zangır zangır titriyordu. Hayır titreme denilemezdi buna.
Sarsılıyordu. Nefes alış-verişleri bir hırıldama ve inleme şeklindeydi. Ömer
yapması gerekenleri yaptı. Onur'u biraz sakinleştirdi kendine gelmesini sağladı
ve kaldırdı. Elini yüzünü yıkadılar ve tansiyonunun düşmesi için birer sigara
daha yaktılar.
Onur
yüzü bembeyaz olduğu halde "Gidiyor abi" dedi. Ömer vereceği cevabı
düşünürken Onur lafa devam ederek Ömer'i kurtardı. "Gidiyor hem de hiç içi
acımadan. Bana bir hoşçakal bile demeden. Sanki hiçbirşey yaşamamışız gibi. Ben
burda bu haldeyken Allah kahretsin o dışarda o yavşaklarla beraber oynuyor
kahkaha atıyor gülüyor Ömer!" Lafını bitirdikten sonra sigarasından büyük
bir nefes çekip attı ve çıkmaya yöneldi. Ömer peşinden gelecek oldu ama Onur
istemedi. Ömer arkadaşının yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu anladı, diretmedi.
Bahçedeki
kalabalık dağılıyordu yavaş yavaş. Herkes üçerli beşerli gruplar halinde
okuldan ayrılıyordu bir daha gelmemek üzere ve hiçbirisi de birazcık olsun
üzülmüyordu. Onur da okulun çıkış kapısına yakın bir yerde ağaçların olduğu
yürüyüş yolunda banklarda oturuyordu tek başına. En çok da insanların
üzülmeyişine şaşırıyordu hala. En çok da Merve'nin üzülmeyişine. Ve Merve'yi
bekliyordu. Kendisi görülmeyecekti çıkış kapısından ama o görebiliyordu.
Gidişini izleyecekti. Umutla izleyecekti. Merve'nin gözlerinin kendisini
aramasını umut edecekti. Sadece bir kere etrafına baksaydı da olurdu. O da
yeterdi sadece. Birazcık üzülmesini istedi sadece. Birazcık içinin burulmasını.
Onu görmek istedi. Onu umut etti.
Onur
gözyaşları içerisinde çıkış kapısını gözlerken bunları düşündü ve Merve'yi
gördü. Dört kız arkadaşıyla beraber gidiyorlardı. Bekledi. Beraber çıkışları
aklına geldi o kapıdan. Bir kerecik etrafına bakmasını istedi sadece bir
kerecik.
Ama
bakmadı. Arkadaşlarıyla muhtemelen tamamen alakasız bir konu üzerinde konuşarak
kapıdan çıktı. Onur'u bütün çaresizliğiyle bütün ne yapacağını bilmezliğiyle
bırakıp uzaklaştı. Onur o melek yüz'e bir daha hiç bakamayacağını biliyordu...
...
Mezuniyet
günü veda etmek için kendisini çağıran Merve'nin yüzüne bakarken bunları
düşünerek gülümsedi.Gülümsemesi çok fazla sonradan eklenmiş gibi duruyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder